Economic best wishes for 2021

Ekonomistlerimizin 2021
Dilek Listesi

28 Aralık 2020

2020’in yaklaştığı şu günlerde ekonomistlerimizi en cesur dileklerinin gerçekleşeceği bir dünyanın hayalini kurarken yakaladık. Noel Baba'ya mektup gönderemeyecek kadar yaşlı olduğumuzu veya politikayı belirleyenlerin yeni yıl kararlarına bağlı kalamayacak kadar inatçı olduklarını düşünebilirsiniz. Ancak her şeye rağmen evlerimizi yılbaşı ruhu sarmış gibi duruyor. Güncellenmiş tahminlerimizi yayınlarken, küresel ekonomiyi baştan sona çınlatabileceğini düşündüğümüz dilekleri size de fısıldamamız için, Webex, Zoom, Teams ve kırmızı burunlu yeni ren geyiği emojisi sihirlerini birleştirdi. İşte bizim ekibimizden size, tüm karar verici makamların kulağına yüksek sesle söyleyebileceğiniz yeni yıl şarkıları listemiz…

1. Yıl başından tek dileğimiz...2022 yılının sonunda normale dönebilmek.
2. Mali ve parasal destek devam etsin.
3. Noel Baba gelişmekte olan ülkeleri de ziyaret etsin.
4. Sadece yeterli miktarda "enflasyon" olsun.
5. Ticaret akışları iyileşsin.

6. Politik riskler azalsın.
7. Şirket iflasları azalsın.
8. Finansal piyasalar sakin kalsın.
9. Sosyal güvenlik alanlarında reformlar yapılsın.
10. Yeşil dönüşüm hızlansın.

 

Yıl başından tek dileğimiz... 2022 yılının sonunda normale dönebilmek

İki Covid-19 aşısı için umut verici klinik denemelerin ardından, küresel bir aşı kampanyasının başlaması nihayetinde bir yeni yıl mucizesi. Bu durum, 2021 GSYH büyüme tahminlerimizi yaklaşık yüzde 1-2 puan artırabilir. Gelişmiş ülkelerde ve gelişmekte olan büyük pazarlarda, risk altındaki kişilerin aşılamalarının 2021 ortalarında tamamlanmasını bekliyoruz. Bu da sağlık sistemleri üzerindeki baskıyı hafifleterek bazı Covid-19 kısıtlamalarının kaldırılmasına izin verecektir. Ancak sürü bağışıklığı için verilen mücadele nüfusun %70 ila 80'lik oranının aşıya rıza göstermesine bağlı ve aşıya karşı şüphecilik özellikle Batı Avrupa'da çok yaygın. Hükümetler 2021 yılının ikinci yarısında kitlesel bir aşılama kampanyası başlatabilirse ve sürü bağışıklığına yıl sonundan önce ulaşılırsa, işlerin "olağan" haline dönüşü, 2021 yılının son çeyreği kadar erken bir zamanda görülebilir.

Mali ve parasal destek devam etsin

Hey Avrupa, dinleyin, bu mesaj sizin için: politika desteğini bir kez daha erken çekme eğiliminde olmayın. Tünelin sonunda bir aşı ışığı olduğu için, gelişmiş ülke hükümetleri her türlü borç sürdürülebilirliği endişelerini geri plana atmayı göze alabilir. Ancak, mali harcamaların odağı şunlarla sınırlı kalmalı: (i) Özellikle de Covid-19 kısıtlamalarının artacağı 2021 yılının ilk yarısında özel sektöre yönelik sosyal güvenlik ağlarının güçlendirilmesi (kısa çalışma ödenekleri ve kamu devlet garantileri) (ii) Covid-19 sonrası ekonomik toparlanmaya bir çıkış noktası sağlanması (bürokrasi ve vergilerin azaltılması) ve (iii) potansiyel büyüme oranının artırılması için temel oluşturulması (yeşile ve dijital alanlarda özel yatırımın artırılması için teşvikler / kamu yatırımları). Nihayetinde, 2021 yılında tam teşekküllü bir mali destek – doğru yapılırsa – ekonomide orta vadede görülebilecek yaraların sarılmasına yardımcı olabilir. ABD’de kabul gören 900 milyar dolarlık oldukça büyük mali paketin ardından AB’nin de kurtarma fonunun harcama musluklarını açtığını görmek istiyoruz.

Maliye politikası şüphesiz kontrolü elinde tutacak. Ancak, para politikasının da ekonomik toparlanma tamamlanıncaya kadar hem kamuya hem de özel sektöre artan borç yüklerine ilişkin bir garantör gibi davranacağına dair hiçbir şüphe bırakmaması gerekiyor. Bu, mali politikalar ve para politikaları arasında bir yıl daha yakın bir iş birliği olması gerektiği anlamına geliyor. Bizim görüşümüze göre, 2021 yılında en azından, Avrupa Merkez Bankası açık bir taahhütte bulunmasa da 1.6 milyar Euroluk varlık alımlarının “habercisi olmalı”. Fed ise daha yüksek menkul kıymet alımları ya da 120 milyar dolarlık (ama uzun-vadeli, vadelere daha çok odaklanan) aylık alımlarını koruyarak para politikasını daha da gevşetmelidir.

Bir başka önemli nokta da bankaların odak noktasının 2021 yılında likidite riskinden kredi riskini azaltmaya doğru kaymaya başlamasıyla, özel ilgiye ihtiyaç duyması. Özellikle Avrupa'da, iyi yönetilemeyen bankacılık sektörü sorunları, ekonomik toparlanmayı ciddi tehlikeye atabilir.
Donuk kredilerdeki artışa biraz müsamaha gösterilmesi ve sermaye endişelerini hafifletmeye yönelik düzenlemelerin artırılması, biraz nefes alma imkânı sağlayacaktır. Ancak, donuk kredilere yönelik bir AB pazarının kurulması gibi daha kapsamlı bir strateji, ezber bozucu bir hamle olacaktır.

Noel Baba gelişmekte olan ülkeleri (de) ziyaret etsin

Gelişmekte olan ülkelerde (GOÜ’lerde), Covid-19'un ekonomik etkileriyle başa çıkmak için yapılan ek harcamalar bütçe açıklarını artırdı ve en azından 2021'in sonuna kadar kamu borcu-GSYH oranlarını da belirgin şekilde artıracak. Ancak politikayı belirleyenlerin doğru dengeyi bulması ve borç sürdürülebilirliğine dikkat etmesi gerekiyor. Finansman problemleri Covid-19’un ortaya çıkmasından önce bile belli olan Lübnan, Arjantin, Ekvador, Surinam ve Zambiya, 2020 yılında devlet borçlarını zaten ödeyemedi. Birçok GOÜ sürdürülebilir kamu borcu sınırına ulaşmış olacağı için 2021 yılında teşvik programlarına devam edemeyecek. Bu durum, illa ki bir temerrüt ile sonuçlanacak diye bir kural olmasa da yeniden yapılandırmaları ve IMF'nin yardımını gerektirebilir. Peki izleme listesinde hangi ülkeler var? Kamu Borç Sürdürülebilirliği Risk Puanımıza göre; Mozambik, Gana, Sudan, Doğu Timor, Sri Lanka, Mısır ve Pakistan. Politikayı belirleyenlerin ve uluslararası kuruluşların, ekonomik krizden çıkarken (gelişmekte olan dünyada bir ödemeler dengesi krizi dalgası yaratabilecek) hayal kırıklığından kaçınmalarını diliyoruz.

Sadece “yeterli” miktarda enflasyon olsun

Enflasyon, Covid-19 sonrası toparlanmayı kolayca bozabilir. Mali ve parasal destekler, fiyatların ciddi şekilde artmasına neden olursa, merkez bankaları alışılmadık para programlarını erkenden terk etmek zorunda kalabilir. Böyle bir durumda faizlerde bir artış yaşanması, merkez bankalarının ciddi miktarlarda devlet tahvili satın aldıkları ve bu sayede hükümetlerin sonsuz bir borç verme kapasitesi varmış gibi hareket ettikleri mevcut kırılgan dengeyi bozabilir. Almanya ve ABD gibi güçlü ekonomiler, piyasaların dayatmalarını savuşturabilir, ancak risk primlerinin önemli ölçüde artırılması yapısal olarak vasat sayılabilecek ülkelerin elini kolunu bağlayabilir. Hem ulusal düzeyde hem de özel sektörde oluşan kredi balonu patlayabilir. Bu da merkez bankalarının desteği olmadan, reel ekonomide yıkıcı sonuçlara ve Covid-19 şokuna kıyasla büyüme üzerinde çok daha uzun süreli etkilere neden olabilir.

Diğer yandan, hane halkı ve şirketler tarafından biriktirilen büyük miktardaki tasarrufların kriz öncesi seviyelerine yeterince hızlı dönmemesi durumunda, yetersiz bir enflasyon senaryosu da gerçekleşebilir. Bu senaryoda, fazla borcun yatırımlar üzerinde baskı yaratması ve istihdam cephesinde toparlanmanın yavaş kalması aşağı yönlü bir sarmalda birleşerek bir deflasyon senaryosu yaratabilir.
Bu durumda merkez bankaları, daha fazla devlet borcu ve diğer varlık türlerini satın alma eğilimine girecektir. Bu da kamunun daha fazla borçlanmasına ve ekonomilerin giderek ulusallaşmasına neden olacaktır. Ama yine de dünya ekonomisinin zombileşmesi ya da Japonlaşması önlenebilir.

Ticaret akışları iyileşsin

Çin'deki etkileyici büyüme ve Avrupa'da imalat sektörü faaliyetini koruyan kısmen daha hafif kısıtlamalar, 2020 yılının 3. çeyreğinde küresel mal ticaretinde güçlü bir toparlanma sağladı. 2021 yılında; çok taraflılığın yeniden canlanması, ABD seçimlerinin sona ermesi ve Covid-19 sonrası ticari ilişkilerin hızla normalleşmesiyle, küresel talepteki toparlanmanın devam etmesini diliyoruz. Küresel ticarette rekabet dinamikleri görüyoruz ama bunlar acımasız bir soyutlanma politikasının geri dönüşünden ziyade küresel tedarik zincirlerinin yeniden tanımlanmasından kaynaklanıyor. Anketlerimizde üretimlerini merkez ülkelerine çekmek isteyen şirketlerin oranı %15'den daha az. Bu oran, üretimi yurtiçine çekmenin ancak uygun teşviklere bağlı olarak gerçekleşebileceğini ve bunun en uygun maliyetli stratejilerden biri olmadığını doğruluyor. Ancak, şirketlerin yaklaşık %30'unun üretimi merkezlerine daha yakın bir ülkeye taşımayı düşündüğünü tahmin ediyoruz. Bu, özellikle de Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (RCEP) anlaşması ve ABD’nin Trans-Pasifik Ortaklığı’na (TPP) döneceğine dair söylentiler düşünülürse çok taraflılık için yenilenen ivmeyle de paralel olacaktır. Şirketler, benzeri görülmemiş bir şokun ardından uygun maliyetli tedarik ve üretim çözümleri aradığından (özellikle hala Çin'de) çok merkezli üretime geçme veya çeşitlendirme de gündemde.

Politik riskler azalsın...

Çalkantılı ABD seçimlerinin damgasını vurduğu bir yılın ardından, 2021 yılında jeopolitik konjonktürün yeniden sıkıcı hale gelmesini umuyoruz. Doğrusu, Biden’ın zaferi, Başkan Trump’ın ticaret ve çevre politikalarındaki dört yıllık kavgacı duruşundan sonra bir dönüm noktası olabilir. Joe Biden muhtemelen daha işbirlikçi bir duruş benimseyecek olsa da üç faktör, bizi uluslararası siyasi iklime dair iyimser tutumumuz konusunda ihtiyatlı olmaya itiyor. Öncelikle Joe Biden, Çin'in artan etkisini kontrol altına alma hedefiyle dış politikasını Pivot stratejisinin ilkelerini takip ederek düzenlemeye devam edecek. Ayrıca küresel siyasi risk sözkonusu. Bu risk, ABD dış politikasından bağımsız olarak, artan eşitsizlikler nedeniyle hızla çoğalan toplumsal gerilimlerden dolayı 2019'da halihazırda son derece yüksek bir seviyedeydi. COVID-19, nüfusun en kırılgan kesimi hastalığın hem ekonomik hem de sıhhi etkilerinden daha çok etkilendiğinden bu gerilimi daha da şiddetlendirecek. Kamu borçlarının küresel olarak sürdürülemez seviyelere ulaşması da sosyal güvenlik ağlarının uzun vadeli uygulanabilirliğini riske attığı için siyasi risklerin artması muhtemel. Nitekim, Sosyal Risk Endeksimiz, sosyal risklerin arttığı birçok gelişmekte olan ülkenin kamu borcu sürdürülebilirliği açısından da yüksek risk ile karşı karşıya olduğuna işaret etmekte. Bunlar arasında; Angola, Mozambik, Kongo Cumhuriyeti, Sri Lanka, Pakistan, Laos, Kenya, Hindistan, Kırgızistan, Fildişi Sahili, Arjantin, Lübnan, Venezuela, Zambiya yer alıyor. Bunlardan son dört tanesi hali hazırda zaten borçlarını ödeyemez durumda. Sonuç olarak, diğer ülkelerin böyle bir senaryo yaşamamasını ve sosyal risklerin siyasi krizlere dönüşmemesini diliyoruz.

Şirket iflasları azalsın...

Kurumsal sektöre yönelik en büyük dileğimiz kısıtlamaların beklenenden önce son bulması ve olumlu güven etkileriyle tüketim ve yatırımın yeniden başlaması. Bu, özellikle; ev eşyaları, yiyecek ve içecek, eğlence ve otomotiv dahil Covid-19'a duyarlı sektörlerdeki şirketler için gelirleri ve karları artıracaktır. Batı Avrupa'da her dört kişiden biri bu sektörlerde çalışmakta. Her şeyin “olağan” haline beklenenden daha hızlı dönmesi hem diğer sektörler üzerinde oluşabilecek ikincil etkilere yönelik riskleri azaltacak hem de inşaat, enerji, metal ve makine teçhizat gibi döngüsel olanlar için olumlu olacaktır. Bu, küresel güveni güçlendirecek ve özellikle sürdürülebilirlik ve dijitale olan yatırımları artıracaktır. Böylece, çok beklenen 5G ağlarının yaygınlaşması da hızlanabilir. Kurumsal sektöre yönelik en büyük ikinci dileğimiz, hükümetler tarafından uygulamaya konulan destek önlemlerinin zamanında, hedeflenmiş ve hassas bir şekilde aşamalı olarak kaldırılması. Nitekim, finansal piyasalara büyük miktarda likidite enjekte edilmesi, doğrudan ve dolaylı finansal destekler (kısmi işsizlik programları, vergi ertelemeleri, sosyal güvenlik ödemeleri, ipotek geri ödemeleri ve kiraların ertelenmesi gibi) ve iflas çerçevelerinde yapılan geçici ayarlamalar kısa vadede bir iflas tsunamisinin önüne geçti. Ancak finansal önlemlerin vaktinden önce ve hazırlıksız olarak geri çekilmesi, şirketler için toparlanmanın yanı sıra daha büyük işletme sermayesi gereksinimlerini finanse etmek zorunda kalacakları bir zamanda, likidite sıkışıklığına neden olabilir. Diğer yandan, desteklerin geri çekilmesini çok uzun süre ertelemek, zombi şirketlerde büyük bir artışa neden olabilir. Bunlar, hem Covid öncesi olan "zombiler" (krizden önce zaten neredeyse faaliyetlerini devam ettiremeyecek olan ve geçici olarak acil durum önlemlerinden yararlanan şirketler) hem de Covid krizi tarafından "zombileştirilen" şirketler (Covid-19'dan sonra aşırı borçlanmayla zayıflayanlar). Bu bağlamda en büyük üçüncü dileğimiz, orta ve uzun vadede şirketlerin dayanıklılıklarını artırdıklarını görmektir. Şirketler için, daha fazla öz sermaye, daha az borç, daha yüksek stok, daha kısa veya daha çeşitli tedarik zincirleri ve ödeme koşullarını daha yakından izleyebilme şansı diliyoruz.

Finansal piyasalar sakin kalsın...

Salgın sonrası ekonomiye yönelik rakip senaryolar hala güvenli ve riskli varlıkların fiyatlarına yansıtılıyor. Örneğin, ABD hisse senedi fiyatlarının önümüzdeki iki yıl için beklenen kısa vadeli kazanç büyümesi yüzde 23 iken beklenen uzun vadeli kazanç büyümesi çok iddialı bir biçimde yüzde 16. Öte yandan, güvenli varlık fiyatları hâlâ merkez bankalarının temkinli duruşunu yansıtıyor ve ikinci dalga ile bağlantılı yakın vadeli ekonomik risklere ve olası uzun vadede ortaya çıkabilecek yaralara odaklanıyor. Büyük ekonomilerde devlet tahvili getirileri, aşağı yönde son derece düşük getiri seviyeleri ve yukarı yönde merkez bankalarının büyük ölçekli varlık alımları ile sınırlı bir aralıkta işlem görüyor. Dolayısıyla, değerlemeler risk spektrumunun her iki ucuna da yayılmış kırılgan bir dengede seyrediyor. Ama, özellikle de merkez bankalarının piyasalarda oluşabilecek sıkıntılı bir durum için son mercii olarak hareket ettikleri şu dönemde yatırımcılar kademeli olarak aşırı fiyatlandırma ve kısa vadeli işlem davranışlarını terk ederse değerlemeler, piyasalarda ciddi bir bozulma olmadan yeniden gerçekçi faktörlere dayandırılabilir. Bu nedenle, daha fazla finansal istikrar için beklenen büyüme ile faiz oranları arasındaki farkın daralmasını diliyoruz.

Sosyal güvenlik alanlarında reform yapılsın

İyi bir kriz asla boşa harcanmamalı. Covid-19 dünyanın mücadele etmesi gereken ilk ve son pandemi olmayacak. Salgınlar da bundan sonra karşılaşılacak tek zorluk değil. Bu nedenle, risklerden korunmaya yönelik akıllı özel-kamu ortaklığı çözümlerinin bulunmasını diliyoruz. Bu, uzun vadeli büyümeye iki şekilde fayda sağlayacak: Ekonomilerin dayanıklılığını artıracak yatırımların önünü açacak.  
İlk dileğimiz, dayanıklılığın güçlendirilmesi için önceden belirlenen bir risk koruma planının yapılması. Devletin her zaman bir güvenlik ağı olarak hareket edeceği beklentisi, riskleri azaltma çabalarını geçersiz kıldı. Bu durum ileride daha da büyük risklere yol açabilir. Bu nedenle, önceden belirlenmiş bir risk koruma planı oluşturmak çok önemli. Örneğin, önden finanse edilmiş bir sigorta fonu veya kamunun arka çıkacağı bir özel sigorta oluşturulabilir. Tüm tarafların katılımcı olması, önleyici ve hazırlayıcı tedbirler alma konusunda dikkatli olmalarını sağlayacaktır. Özel sigorta şirketleri, böyle bir programda belirleyici bir çifte role sahip olabilir: riskleri hafifletici önlemler için tavsiyelerde bulunan bir risk yöneticisi olarak ve talepleri kontrol edip ödemeleri yapan yani bir nevi tesisat sistemi olarak. Zira özel sigorta şirketleri, gerektiğinde garantili koruyucu önlemler alan ve kaynakların hızlı ve doğrudan dağıtılmasında zorluklar çekebilen devletin aksine, gerekli bilgi birikimine ve yapıya sahip.

İkinci olarak, tasarruf davranışlarının daha akıllıca olmasını diliyoruz. Düşük getiri ortamı Avrupa'da ikinci on yılına giriyor ve Covid-19 krizi ile sıfır faiz oranları yerini daha da sağlamlaştırmış durumda. Ancak hane halkının çoğu tasarruflarını hala nakit para veya banka mevduatı gibi sözde güvenli finansal varlıklarda değerlendirme eğilimine sahip. Bu da ters etki yapıyor. Tasarruf sahipleri, bu araçların reel getirileri negatif olduğu için para kaybediyor. Bunun yanı sıra, yatırımın getirisinin olmaması tasarruf sahiplerini hedeflerine ulaşmak için kazandıkları gelirlerden daha fazla tasarruf etmeye itiyor. Tüm bu sebeplerden ötürü, tasarruf davranışlarını düşük veya negatif getiri gerçeğiyle uyumlu hale getirmek için geç bile kalındı. Bu noktada hem politika belirleyiciler hem de finans sektörü uyum içinde ciddi bir adım atmalı. Politikayı belirleyenler, örneğin konuyu normal okul müfredatlarına entegre ederek finansal okuryazarlığı artırmanın yollarını araştırırken finans sektörü, basit, uygun maliyetli ve anlaşılması kolay sermaye piyasası ürünleri için çabalarını ikiye katlamalı. Böylece tasarruf edenler daha yüksek getiri elde edecek ve tasarruf hedeflerine daha kolay ulaşacak. Onların gelirlerindeki artışın bir kısmı tüketime yönelerek talebi ve büyümeyi artıracak. Son olarak, sermaye piyasasının gelişiminin hızlanmasıyla Avrupa'da banka ağırlıklı sistemler yerine daha dengeli bir finansal sistem ortaya çıkacak. Bu da uzun vadeli büyümeye “finansal istikrar” ve “yeşil dönüşüm” olmak üzere iki şekilde fayda sağlayacak.  

Yeşil dönüşümün başarısı da yeni teknolojilere ve altyapılara trilyonlarca Euroluk özel yatırımı seferber edebilmeye bağlı olacak. Dolayısı ile derinlikli, likit ve yenilikçi sermaye piyasalarına ihtiyaç her zamankinden büyük. Kurumsal yatırımcılar da uzun vadeli bakış açısı sayesinde sermaye piyasalarının derinleşmesinde etkin rol oynarlar. Bu tip yatırımcılar sadece risk almakla kalmaz, aynı zamanda riskin etkisini azaltma kapasitesine de sahiptir. Böylece piyasaları stabilize eder ve finansal istikrarı desteklerler. Bu, sermayenin doğru kanallara yönlendirildiğinden emin olabilmeleri için finans sektörünün kapsamlı bir çerçeveye sahip olmasını gerektirir. Uzun vadeli ufka sahip olan sermaye piyasaları, uzağı göremeyen bankalara göre bu görev için daha donanımlıdır.

Sigorta piyasalarına yönelik son dileğimiz, toplumların yaşlanmasını dikkate alan emeklilik sistemi reformlarının gerçekleşmesi. Bugün 727 milyondan fazla insan 65 yaş ve üzerinde. Bu sayı yüzyılın ortasına kadar iki kattan fazla artarak 1.5 milyara ulaşacak. Bunların 950 milyonu da Asya'da yaşayacak. Buna rağmen, birçok ülke, hâlâ artan emeklilerle başa çıkacak sürdürülebilir ve yeterli bir emeklilik sisteminden ya tamamen yoksun ya da bunun için gerekli reformlarını geciktiriyor. Bu nedenle, emeklilik sistemlerinin dünyanın birçok ülkesinde nüfusun hızla yaşlanmasını hesaba katarak, emeklilik yaşam süresindeki değişikliklere otomatik olarak uyarlanabilen reformlar geçirmesini diliyoruz. Her bireyin kendi fiziksel durumuna göre emeklilik yaşını seçmesine izin veren bir emeklilik yaşı koridorunun getirilmesi de yardımcı olacaktır. Fiziksel olarak zorlu işleri olan kişiler daha erken emekli olmayı, beyaz yakalı çalışanlar ise işte daha uzun süre kalmayı tercih edebilir. Yaşlılıkta yarı zamanlı çalışma da emekliliğe kademeli geçiş sağlayan bir istisna değil, standart bir seçenek olmalıdır.

Devletin emeklilik sistemlerinin sermaye destekli bir unsurla tamamlanmasıyla, her iki dünyanın avantajlarından da yararlanılabilir. Ve son olarak, mesleki ve özel emeklilik hükümleri finansman yükünü farklı ayaklara dağıtmak için güçlendirilmelidir. Geçmiş deneyimler, bu açıdan en zor kısmın düşük gelirli gruplara ulaşılması ve onları yaşlılık için tasarruf etmeye teşvik etmek olduğunu göstermektedir. Vergi düzenlemeleri gibi önlemler, bu gelir gruplarına ulaşmaya yardımcı olabilir ve onları yaşlılıkları için yeterli sermaye biriktirmeye teşvik edebilir. Diğer yandan, yeterince yüksek gelir ve vergi ödenekleri de emeklilerin sadece sosyal refaha güvenen birinden daha iyi durumda olmalarını sağlayabilir. Genişletilmiş bir kalifiye işgücü havuzundan ve dolaylı olarak daha derin sermaye piyasalarından olmak üzere büyüme iki yönlü fayda sağlayacaktır. Tabii ki yeterli emeklilik sistemlerinin sosyal huzur ve uyum için sürdürülebilir ve olumlu etkilerinden bahsetmeye gerek bile yok.

Yeşil dönüşüm hızlansın

İklim değişikliği için belirleyici bir yıl olacak olan 2021’de Avrupa, ABD ve Çin'in yeşil teknolojide küresel liderlik için mücadele edeceği sürdürülebilirlik savaşlarının başlangıcına şahit olacağız. Ancak, artması beklenen iklim felaketleriyle birlikte negatif emisyon stratejilerinin de ortaya konması gerekecek. Bunların en başında büyük ölçekli ağaçlandırma çalışmaları ve inşaat sektörünün baştan yaratılacağı, binaları karbon yutaklarına dönüştüren projeler de yer alacak. Yeşil yatırım ve dijital ağa yapılan altyapı harcamaları, orta ve uzun vadede ekonomilerimizin büyüme potansiyelini artırarak verimli bir döngü yaratabilir. Dijital platformların genişletilmesi ve dijital hizmetlerin entegrasyonu da özellikle KOBİ'ler için verimliliği artırabilir.

Dileriz, merkez bankaları da politika araçlarında uyarlamalara giderek, sürdürülebilirlik girişimlerine aktif olarak katılır. Örneğin, bankalara yönelik hedeflenen likidite tahsisi (TLTRO) veya Avrupa Merkez Bankası’nın (AMB) varlık satın alma programları, Çevresel, Sosyal ve Yönetimsel (ÇSY) kriterlerine öncelik vermek için yeniden ayarlanabilir. Ek olarak, teminat planını ÇSY varlıklarına daha fazla ağırlık vererek yenilemek, bankaları "yeşil" yatırımı finanse etmeye teşvik edecektir. Bu yeni politika araçları, AMB'nin bilançosunu ileride daha yeşil hale getirebilir ve diğer merkez bankalarına (yani İngiltere Merkez Bankası ve Fed) ilham verebilir.

Aynı zamanda, hükümetlerin güçlü büyüme potansiyeli olan sektörlerin gelişimi için teşvikleri hızlandıracak yeterli politikaları uygulamaya koymalarını da diliyoruz. Örneğin, Avrupa çapında bir hidrojen sektörünün geliştirilmesi, havacılık endüstrisinde âtıl durumda olan fiziksel ve beşerî sermayenin absorbe edilmesine yardımcı olabilir. Etkili işgücü yetiştirme ve eğitim politikaları, dijital ve yeşil endüstrilerde hızla büyüyen sektörlerin işgücü arzı ihtiyaçları için de çözüm olacaktır. Son olarak, mali politikalar, bankacılık sektörünü zombi kredilerin 'yükünden' kurtarmaya ve gelecek vaat eden bu tip şirketleri finanse etmeye teşvik edici olmalıdır.
 

Allianz Trade and Allianz Research